Akıllı çağın aptal çocukları.
Bilgiye hiç olmadığımız kadar yakın bir o kadar da uzağız. Bilgi hakikat midir bilinmez ama en azından hakikatin o anki haline tekabül ettiğinden yine de hürmete layıktır. Hadi hürmeti bir kenara bıraklım, bu çağda bilgi olmadan nefes almak mümkün mü? Bir yanımız saate 74 bin km hızla, uzayın sonsuzluğunda yol alan kuryuklu yıldızların üzerinde sondaj yapıp kaynak ararken, diğer yanımız hala akşam sofraya ekmek koyma derdinde. Bilgi ve bilime karşı başlatılan bu mantık dışı ve irrasyonel savaşta taraflar kazandıkları zaman kaybedeceklerini nasıl da kestiremediler?
Bilime ve bilgiye açılmış olan savaştan kastımı doğru anladınız. Evet onu kast ediyorum. O kafasını kuma gömerek çağın gerçekliğen kopan, ileri doğru en az kuyruklu yıldızın kendisi kadar hızlı yol alan insanlığın ayağına prangına olanlardan bahsediyorum. Bilimin kendine has bir bilinci olmamasını idrak dahi idemeyenlerden bilgiye ve bilime hürmet etmelerini istemek de benim irrasyonelliğim olsun. Burada üstad Frank Herbert’in de kulağını çınlatmış olayım.
Bilimi kendi inanç ve dogmalarına karşı tehdit olarak gören, sözün ona kutsal gelenekleri ve orta çağ yaşam tarzının köküne dinamit belleyen bir zihniyetin bu dijital çağda cahil kalmasının derdi beni mi gerdi dersiniz? Aslında germedi. Sadece üzülüyorum hallerine. Üzülüyorum, hayat sandıkları hayatta kalma serüvenlerine. Çünkü ne insalık, ne hayat, ne dünya, ne de kainat bu cehalte terk edilemeyecek kadar güzel ehemmiyetli.
Bilimin tekelini elinde bulunduran oligarkların, yeni isimleriyle iş insanı, asıl isimleriyle mafya bozuntularının tahakküm ve sömürü anlayışını çarmıha gererken kendilerine start noktası olarak bilimin bizzat kendisini almış olmalarına da bir hayli üzülüyorum. Zira mızraklarının ucuna taktıkları argümanların ne aslı ne de astarı yok. Yok, çünkü kendi labaratuvarını kurmamış, bilime en az oligark mafyalar kadar hürmet etmemiş, pozitif bilimin bile donelerini elini tersiyle çemkirerek kenara itmiş bir ziniyetin mızrağı, delse delse kendi boş heybesini deler. Bu durduğu yerden naval okuyan sözüm ona donkişotlar yüzünden sözde galaksi yolcularının o pervasız ve ahlaksız dayatmalarına aklı başında insanlar bile bir eleştiri getirmez oldu. Evet, çünkü start çizgisi insan olacakken birden eksen kaymasından muzdarip olunup bilimin seçilmesi ortaya cadı süpürgesinden yapılma çorbası çıktı ve tadına bakılacak gibi değil.
Bir yandan varlığın ve kainatın zırlarına vakıf olmaya çalışanlar, insanlığın önümüzdeki dijital çağda ihtiyacı olacak olan ahlak ve etik normları hazırlayacak olanlar, ileride daha da küçülecek olan pastanın paydaşlarını belirleyecek olanlar, satılacak silahların fabrikatörleri, hastalıkların müsebbip ve cerrahları varken diğer yandan bunları izleyip sadece yaptıklarının yanlış olduğuna parmak uzatanlar var. Her iki yanıyla meseleye baktığımızda elimizde net bir hakikat var. O da akıllı bir çağın aptal çocukları olduğumuz hakikati.
Pastayı kesecek olan, billur bıçağın altın kabzasını elinde tutan erk sahiplerinin cellatları ile boynunu pastanın yakına yakınan uzatan Stockholm sendromluların arasına sıkışan aklı selim tüm dostlarıma hürmetlerimi sunuyorum.