Pazartesi, Temmuz 7, 2025
Hikaye

Bir insan bir hatıra.

Ramazan Hoca bu sabah dükkâna erken gelmiş. Küçük dükkân Hocanın üst üste içtiği sigaralardan duman altı olmuş. Raflarda fazla bir şey yok. Sol raflarda birkaç klavye, birkaç fare ve çeşitli bilgisayar parçaları var ve hafif tozlu. Anlaşılan Serdar yine tembellik etmiş. Ya da bir bilgisayara format atacağım derken dükkânın arkasındaki küçük bölmede kaybolmuş gitmiş. Tamir için kullandığı bu bölüm darmadağın, 5 metre kare dar bir yer. Dükkânın sol tarafı Serdar’a, sağ tarafı ise babasına ait gibi bir hava var. Emekli bir öğretmenin para kazanmaktan ziyade bir uğraş edinmek için çabaladığı bir köşe. Ramazan Hoca’nın tarafındaki raflarda birkaç fotoğraf, birkaç porte ve birkaç reklam afişinin yani sıra birkaç tane de asla satılmayan fotoğraf makinesi filmi. Senelerce hiçbirinin satıldığını görmedim. Bazı mekanların asla satılmadığı halde raflarını süsleyen bazı ürünleri vardır. Bu kaide asla değişmez, ben hiç değiştiğini görmedim.

Ersin, ile elimizde poğaça ve peynirli böreklerle içeri girdiğimizde Ramazan Hoca’nın yüzü gülüyor. Hemen her gün işsizlikten, bir de kankanız Serdar’a uğramazsak olmazdan dolayı gelir, birkaç saat oturur, iki lafın belini kırardır. Gelmediğimiz gün oldu mu, ertesi gün Ramazan Hoca sorguya çekerdi bizi neden gelmediniz diye. O dönemden aklımda kalan en keskin hatıra Ramazan Hoca’nın oturduğu sandalyenin hemen arkasındaki evli ciftin, reklam amaçlı kullanılan düğün fotoğrafı. Ramazan Hoca, iş olmadığı zamanlarda bilgisayarında solidarist adli kart oyunu oynarken, daha doğrusu bu çeşit fal bakmaydı, arada gözüm kayardı bu evli çifte. Falı hiç çıkmazdı Ramazan Hoca’nın. Ben, asla falının çıktığını görmedim…

Ersin genelde, ‘Hocaaaa ne edersinnn ha?’’ Diye girerdi hep meseleye. Fazla uzağa gitmezdi mesele, Hoca sigarasından bir fırt çeker, hiç çıkartmadığı gri ceketinin sol tarafını sanki bozukmuş gibi düzeltir Ersine bir cevap verirdi. O cevabi simdiler de hiç hatırlamam. ‘’Kahvaltı getirdik, senin oğlan nerde?’’ Diye sordu Ersin. Hoca, bankaya gitti birazdan gelir dedi. ‘’Bankada ne işi var yahu Serdar’ın? Ben cevap verdim, ‘’Bankayla parası olanın işi olur.’’  Gülüşüyoruz, yani en azından biraz tebessüm. Bu küçük dükkânda herkes kimsede para falan olmadığını iyi biliyor. Herkesin bildiği ama kimsenin konuşmak istemediği bazı gerçekler vardır, işte o da bizim o zaman ki geçekliğimizdi.

Poğaça ve börekleri seriyoruz gazete kağıdının üstüne bir güzel. Serdar, tamir bölümünden sallama çayları döke döke getiriyor. Bir türlü kaynamazdı o arkadaki ketıl. Saatlerce kaynatamazmış gibi gelirdi o suyu o lanet ketıl. Ama gerçekte sadece bir iki dakika sürerdi. Zamanın her insan tarafından farklı algılanıyor olması, beni oldum olası hayretler içinde bırakmıştır. Albert Einstein olmasaydı nereden bilecektik bunu? Keşke hiç bilmese miydik? Çaylar geldi, Ramazan Hoca her zamanki gibi sadece bir iki lokma aldı. Biz aç kurtlar gibi dadanırken kahvaltıya, Hoca bir sigara daha yaktı. Diğerinin söndüğünden bile emin değilim. Tıpkı benim babam gibi o da çok içiyor sigarayı…

Serdar ile Hoca her zamanki sabah tartışmalarını yaparken -Ki bu tartışmalar genelde hiçbir şey üzerineydi- İçeri bir iki müşteri geldi. Herhangi bir şey satın almadan çıktılar dükkândan.

Kahvaltı bitti ve ortalığı toparladık. Serdar, tamirhane bölüne girip bilgisayar tamir etmeye devam etti. Ramazan Hoca o anda, ‘’Ben bir kasaba kadar gideceğim.’’  Bunu söylerken arka bölmede bulunan oğlunun duyması için o yöne bakmıştı. Ben, ‘’Hocam yarın Kurban Bayramı zaten, ne kasabı.’’. Ramazan Hoca, ‘’Kurban kesemediğimiz her bayram eve et alırım.’’ Bizim meraklı meraklı kendisine baktığımızı görünce de anlatmaya başladı. Sigarasından bir yudum daha çekince ben, Ersine dönüp bir sigara istiyorum. Ersin, artık vücudunun bir organı haline gelmiş olan çingene yeşili montundan malboroyu çıkartıp veriyor bana. Yüzlerimizi hocaya çevirip dinliyoruz. Sigarların dumanı altında başlıyor Hoca anlatmaya.

O zamanlar bizim köy küçük yer. Toplasan iki mahalle. Koca köye o zaman tek bir ağa hükmediyor. İkinci cihan harbi biteli 15 sene olmuş ve fakirlik hala belini kırmakta memleketin. Köylü fakirlikten kırılırken ağanın keyfi yerindedir. Her zaman ağaların keyfi yerinde olur zaten. Ağa çok zengindir çünkü. Belki ahali çok fakirdir de o yüzden ağanın küçük serveti, onlara kocaman gelmektedir.

Ağa, bu Kurban Bayramı görülmemiş, edilmemiş bir kurban kesecek. Deve! ‘’Yok devenin nalı hehehehe.’’ Diye o aşırı komik esprimi yapıyorum. Hocanın yüzü ciddileşince susuyorum. O zamanlar köyde bırak deveyi inek yok. Varsa yoksa küçük baş hayvan. Koyun, keçi başkada hayvan bilmez o civarın insanı. Ağa ve yanaşmaları iki deveyi getirip köyün meydanında kesecekler kesmesine de o işi yapacak kasap yok köyde. Mundar etmekten korkarlar hayvanı. Ağa, develerin etlerinden birini bir mahalleye, diğerini de diğer mahalleye dağıtacak. Ağa var gücüyle bağırır, ‘’Yok mu adam gibi bir kasap burada?’’  Ramazan Hoca’nın babası cevap verir ve ‘’Ben keserim develeri Ağam.’’ Ağanın yüzü gülmüş ve ‘’İyi kes bakalım.’’ demiş. ‘’Bir şartım var ama ağam.’’ Demiş Ramazan Hoca’nın babası. ‘’Nedir söyle demişler. ‘’Devenin bir budunu alırım.’’ Ağa, ‘’İyi, kes deveyi al budu.’’ Demiş. Develeri bir güzel kesmiş Serdar’ın dedesi ve etleri bölerek sağa sola dağıttırmış, budu kendine alıp gidecekken, Ağa, ‘’Hooooost dedik bre mendebur ne halt ediyorsun? Diye sormuş. ‘’Ağam anlaştık ya.’’ Demeye kalmadan yanaşmalar elinden alırlar budu.

But senin idi benim idi derken biraz ağız dalaşından sonra ağanın oğulları, yeğenleri ve yanaşmaları bir güzel döverler adamcağızı. Ben, daha okula yeni başlamışım babama yardım edeyim derken beni de tokatlıyorlar diye tebessüm ediyor Hoca. Bir güzel köyün meydanında meydan dayağından gecen Ramazan Hoca ve ailesi zulme başka zaman karsı çıkarız diye bu seferlik elleri boş evlerine dönerler. Ramazan Hoca, çok etkilenir bu olaydan. Zira küçücük çocuk. ‘’Bir bayram günü insana yapılır mı bu be?’’ ‘’ Ederler kankan, ederler hısmım. İnsan dediğin çiğ süt emmiştir, her haltı eder. Tüm kurban bayramlarında o günü hatırlar Hoca.

Öyle dertli falan da anlatmıyor Ramazan Hoca. En dertli yerinde gülüveriyor bazen. İşte ondan sonra Ramazan Hoca, kurban kesemedikleri her bayram, kasaba gider et alır ev ahalisi için. Serdar’ın işi bitiyor arkada. Ön tarafa gelip bana ve Ersine hiç anlamadığımız yeni bir bilgisayarın bilmem nesinden bahsediyor. Ramazan Hoca, kalkıp kasaba gidiyor. Ve bu, benim Ramazan Hoca’yı maalesef son görüşüm oldu.

Güzel insanların ardından bıraktıkları hep güzeldir. Işıklar içinde uyusun Ramazan Hoca.

Paylaş

zulfuemek

Sonsuz döngüye kapılan herhangi biryim ben.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir